24 Haziran 2010 Perşembe

Türkiye Cumhuriyeti Kazayolları


Türkiye Cumhuriyeti Kazayolları


TCK (Türkiye Cumhuriyeti Karayolları) adının TCK (Türkiye Cumhuriyeti Kazayolları) olarak değiştirilmesini öneriyorum. Her gün ölen onlarca insanın belli ki hiç değeri yok. Onlara da TRAFİK ŞEHİDİ diyelim de bari ölümleri bir anlam kazansın.

Türkiye'ye çağ atlattığını iddia edenler parayı düşündükleri kadar biraz da eğitimi düşünselerdi herşey çok farklı olabilirdi. Eğitimsiz ve kültürsüz insana para verirseniz sonuç bugünün Türkiyesi olur.
Çok yazık...


Yanan hep bizdik, sizler kömür sandınız


Buraya yerleştirdiğim görüntü, Mülkiyeliler Birliği Dergisinin Mayıs 1992 sayısının kapağıdır. Kapak fotoğrafı, 1992 Kozlu grizu faciası sonrasında TTK'nın İncivez'de Üniversite alt kapısında bulunan havalandırma bacası çıkışını göstermektedir. Günlerce oradan kesif duman çıkmıştır. O nedenle fotoğrafta arka plandaki mahalle görünememektedir. Fotoğraf üzerinde yer alan "Yanan hep bizdik, sizler kömür sandınız" dizeleri de şahsıma aittir. Ancak daha sonra değişik yerlerde, değişik amaçlar için kullanıldığını gördüm. Son olarak Yerüstünden Notlar isimli bir kitabın tanıtımında "... Mehmet Özer’in; “yanan bizdik siz kömür sandınız” sözleriyle bitiyor." yazdığını görünce bu fotoğrafı yayınlamaya karar verdim. Mehmet Özer de emek ve emekçi konularına ait değişik alanlarda (Fotoğraf, şiir, vs.) üretimi olan, son derece duyarlı bir insandır. Belki aynı dizeyi o da düşünmüş olabilir, buna diyeceğim yok ama bu tür konularda "ilk söyleyen" önemlidir diyerek ben elimdeki belgeyi paylaşmak istedim.

Bahsettiğim kitap hakkında bilgi için:
http://www.pusulagazetesi.com.tr/haber.php?hayns=2&yazilim=haberler&osmanli=hdetay&sece=1&aid=14096&titlem=14096

4 Mart 2010 Perşembe

Beni bu ülkenin akademik ünvanlı kişileri öldürecek!

Konumuz Anayasa değişikliği: Beni bu ülkenin akademik ünvanlı kişileri öldürecek!

Az önce hurriyet.com.tr'de Anayasa değişikliği ile ilgili haberlere göz attım. Anayasa MAhkemesi Başkanı Haşim KILIÇ, özetle "Ben yaptım oldu" anlayışı ile Anayasa değişikliği yapılmaz demiş.

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın Anayasa değişikliğine ilişkin uyarısını, “Halkın çoğunluğu evet derse böyle bir yorum doğru olmaz, buna ‘ben yaptım olmaz’ denmez” diye yanıtladı. demiş.

Hüseyin Çelik siyasi kimliği yanında bir doçent yani akademik ünvanı olan yani bilim insanı kimliği taşıyan birisi. Üstelik Milli Eğitim Bakanı olarak görev yapmış... Böyle bir kimliğe sahip olan şahıs, sırf siyasi menfaatleri uğruna böyle konuşuyorsa nispeten anlaşılabilir. Yok, gerçekten böyle düşünüyor ve bunu dile getiriyorsa durum daha da vahim demektir.

İsviçre'de b
irkaç ay önce yapılan hakoylaması ile "minareye hayır" dendi. Ülkemizde buna en çok tepki gösteren kimlerdi? Tabii ki Hüseyin çelik ve onunla benzer siyasi düşüncede olanlar...

Demek ki 'İsviçre'de halk isterse doğru olmaz', 'Türkiye'de halk isterse doğru olur'. Bu ne biçim anlayıştır, doğrusu benim anlamam mümkün değil.

Halkoylaması görünüşte çok demokratik bir söylemdir. Ancak bunun pratikte doğru olabilmesi için halk iradesinin gerçekten özgürce oluşmuş olması gerekir. Bu ülkede 60 yıldır sağ düşüncenin, 30 yıldır da devlet destekli (özellikle 12 Eylül cuntacıları zamanında) din propagandası yapılıyor. Oysa daha düne kadar sol düşüncenin dile getirilmesi dahi yasaktı.

12 Eylül 1980 sonrası; garlarda, terminallerde bedava din kitapları dağıtılırdı, hala dağıtılıyor. O sırada onbinlerce solcu genç cezaevlerinde işkence altındaydı. Sonraki yıllarda da iki üniversiteli bir araya gelse gizli örgüt suçlamalarına maruz kalırken, dinciler mahalle mahalle, ev ev, köy köy propaganda yapıyor ve rahatça örgütleniyorlardı. Bunu bizzat kendi yakın çevremdeki gözlemlerime dayanarak yazıyorum.

Şimdi böyle bir ortamda halkın özgür iradesinden bahsedilebilir mi? Halkın düşünce yapısı nasıl oluştu?

Doç. Dr. Hüseyin Çelik bunları bilmiyor mu? Tabii ki biliyordur. Peki nedir bu söyledikleri! İktidarlarını "mutlak" kılma çabası olabilir mi? Hüseyin Çelik tek örnek mi? Tabii ki değil. Hemen her konuda ve görüşte benzer pek çok akademik ünvanlı kişiler tanıyorum. Bu nedenle diyorum ki: "
Beni bu ülkenin akademik ünvanlı kişileri öldürecek!"

Hüseyin Çelik Eski Milli Eğitim Bakanı olduğundan eğitimle ilgili örnekle bitirelim: Üniversite sınavı aynı anda, herkese aynı süre ve aynı sayıda soru sorularak yapılınca sınavda eşitlik sağladığımızı düşünecek kadar aptalca bir düşünceye sahip toplum olduk. Yani Robert Kolej'den, İstanbul Lisesi'den, Özel bilmem ne lisesinden mezun olanla, Kozcağız ya da Perşembe liselerinden mezun olan aynı s
ınava giriyor ve bizler sınavın eşit olduğundan bahsediyoruz. İşte bu sınav ne kadar eşit yerleştirme yapıyorsa, Anayasa konusunda yapılacak halkoylaması da o kadar doğru sonuç verecektir. Tek taraflı propaganda ile oluşmuş iradeler, ancak propaganda yapanlara oy verirler. Kanıtı 12 Eylül Anayasa'sına verilen %92 EVET oyudur.

hurriyet.com.tr'ye yazdığım yorumlar için link:
http://benimsayfam.hurriyet.com.tr/yorum.aspx?uid=12118580

18 Şubat 2010 Perşembe

Yapanlar ve Satanlar

"Babalar gibi satarım" dediler. Sattılar da. Neyi, TEKEL'i. Sadece TEKEL'i mi? Aynı zamanda tütün piyasasını da. Bir zamanlar, Amerika'da "dünyanın en kaliteli tütünü" diye reklamı yapılan Türk tütünü (Mısır tütünü ile birlikte)şimdi yabancı Tobacco Company(*)lerinin kasasına çalışıyor. Sigara dağıtımı yapan araçlarda örneğin JTC (Japan Tobacco Campany) yazıyor. Yani Japon Tütün Şirketi. Ya da British American Tobacco, yani İngiliz - Amerikan Tütün (Şirketi). Türkiye'de olmayan nedir Türk Tütün Şirketi. Yalnız TEKEL mi? SÜMERBANK, SEKA, PETKİM, PTT (Telekom), ETİBANK, EBK (Et ve Balık Kurumu), .... Çoğu bulunduğu arsanın değerinden bile ucuza satıldı. Sırada kamu bankaları var.

Bu kurumları kimler yaptı, kimler satıyor? İşini, aşını, gıda yardımını, kömür yardımını kısaca her şeyini devletten bekleyen vatandaşımız ne yapıyor? Satana oy veriyor. Oy vermek ne, tapıyor! "Yapanlar" tu kaka, "satanlar" baş tacı! Öyle mi? O halde geçmiş olsun... 

NOT: Buradaki resimi, Kanada'ya ilk gidişimde Oktay ve Virginia AKSAN'ın evinde, duvarda asılı görmüştüm. Beş yıl sonra ikinci gidişimde resim yerinde yoktu. Saklamışlar ve "sen bunu beğenmiştin" diyerek bana hediye ettiler. Oktay ve Virginia AKSAN'a, Kanada'da bulunduğum zamanlar bana gösterdikleri yakın ilgi ve yardımlarından dolayı ve ayrıca bu afişi hediye ettiklerinden dolayı çok teşekkür ediyorum. 

(*) Tobacco Company: Tütün Şirketi.

 

11 Şubat 2010 Perşembe

Demokratik Seçenekler

İşte darbe
işte şeriat
biri der "secdeye dur"
öbürü der "yere yat"
Ah! Bu rejim çok demokrat!

Fikir ve Sanat Eserleri Yasası

Not: Bu sitedeki fotoğraflar ve yazılar hiçbir şekilde alıntılanamaz ve başka amaçlarla kullanılamaz. Bu yönde talebi olanların site editörüne ulaşmaları gerekmektedir. 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası kapsamında hukuksal bir sonuç doğurmaması için yaptığımız bu uyarı nedeniyle, site izleyicisi dostlarımızdan özür diliyoruz. Adı-Soyadı)

Yukarıdaki notu bir tanıdığın web sayfasının başında gördüm. Ancak sayfasında varolan yedi fotoğrafın hepsini kendisi mi çekti emin değilim. Yabancı ülkelerde çekilmiş fotoğraflar da vardı. Oysa o yabancı ülkelerde telif hakkı meselesi çok ciddi bir olaydır. Örneğin Kanada kaynaklı web sayfalarında küçücük bir fotoğrafın bile kaynağı belirtilir. Aksi halde ciddi cezalar sözkonusudur.

Bizim toplumda telif hakkı kavramı tam yerleşmiş değildir. Ne de olsa "müslüman malı ortaktır!" ya...

Fotoğraf sanatçısı Süha Derbent'ti yanılmıyorsam; "sattığım fotoğraflardan kazandığım paradan daha fazlasını, fotoğraflarımı izinsiz basanlardan, mahkemeler yoluyla aldım" demişti.

Bizde telif hakkı denince çoğu kişinin aklına kendi ürettiğine verilmesi hereken "değer" geliyor sanırım. Ya başkalarının ürettiğinin "değer"i... Onu kim verecek?

9 Şubat 2010 Salı

Türkiye'de Siyasetin Özeti


Resim yapmada fena değilimdir ama karikatür özel bir yetenek... Zaman zaman karikatür olabilecek fikirler aklıma gelir. Daha önce karikatürist arkadaşlara çizivermelerini rica etmişliğim de var. "Kendi işimi kendim görebilir miyim acaba" diyerek çizmeyi denedim. Çok acemice olduğunu biliyorum. Ancak amacım mükemmel görüntü değil, sadece fikrimi kayıt altına alma hevesidir. Umarım izleyenler hoş karşılar.

(Çizim görünmez olmuştu. Facebook arşivinden bulup yeniden yükledim. Görüntü kalitesi biraz düşmüş ama konu anlaşılıyor. 8 Haziran 2018)

Doğum Günüm

Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Zonguldak Şubesi, 9 Aralık 2005 Cuma akşamı Deniz Kulübünde bir yemek düzenledi. Vali, Belediye Başkanı, Tugay Komutanı, Rektör gibi kentimizin en üst düzey yöneticilerinin de katıldığı nezih bir yemekti.

Ertesi gün doğum günümüz olması nedeniyle; Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Gamze Mocan Kuzey hanımefendi ve benim adıma şampanyalar patlatıldı. Benim için gerçekten bir sürprizdi. Bu sürprizi hazırlayan mesai arkadaşım, meslektaşım Füsun Müftüoğlu ve dernek başkanı Gülderen Ar’a (Gülderen ablama) çok teşekkür ediyorum. Kendi adıma, ilk kez doğum günüm böylesine kutlanıyordu. Bu gazetenin çıkmasında insanüstü gayret gösteren Çetin Özdemir dostumuz da o geceyi fotoğrafladı. “Cemiyet haberleri”ne çıkarsak şaşırmam.

Çoğu yıllar eşim hatırlatmasa, kendim bile hatırlamam doğum günümü. Bir arkadaşımın söylediği bir söz daha çok hoşuma gider ve onu uygulamaya çalışırım: “Doğum gününü değil, doğan her günü kutla”. Özellikle doktora tezi hazırladığım yıllarda, bilgisayar başında sabahlar ve her sabah güneşin doğuşunu izlerdim. O günlerden onlarca gündoğumu fotoğrafı var elimde. Doğan her günün kutlanmaya değer olduğunu anlamak için gündoğumunu izlemek şart… Bunun için illa Nemrut Dağı’na çıkmaya da gerek yok. Evinizin penceresi, balkonu bile yeterli.

Geleneksel, köylü bir ailenin çocuğu olarak bırakın doğum günü kutlamasını, aslında doğum günüm belli bile değil. Şimdi ikisi de hayatta olmayan annem ve babamdan, anneme göre “kestane vakti” doğmuşum. Babam, Pazartesi doğduğumu ve günü gününe nüfusa kaydolduğumu söylerdi ki; 10 Aralık 1959, Pazartesi değil Perşembe oluyor. Her neyse… Doğmuşuz işte! Ölüyor zannedip, yüklenip sırtına beşiği doktora getirmiş annem. Kolay değil o zamanlar, iki saat yaya, sonra dolmuş, sonra kara tren… Direnmişim. Annemin, Çaycuma’nın köyünden Zonguldak Devlet Hastanesi’ne, o çileli yolculuğu boşa gitmemiş hiç değilse.

Son yıllarda artan diz ağrılarım olmasa, bir de resmi evrak doldururken sorulmasa kaç yaşında olduğumu hatırlamam hiç… 10 Aralık doğum günümmüş… Kaç yaşındayım ben?

Taş devrinde taşları en güzel şekilde yontmaya çalışan bendim. Tuval denen şey yoktu, mağara duvarlarına çizdim ilk resimlerimi. Çatalhöyük’te ilk yerleşik hayata geçmişim, güya! Afrika’da ben karardım, korunmak için güneşin morötesi ışınlarından… Bering Boğazı’ndan (ki o zaman boğaz mıydı hatırlamıyorum) Amerika kıtasına geçen bendim. Denizlerin ve tanrıların hışmından korkup, Peru dağlarının en yükseklerine ben kaçtım. Mısır Piramitlerinin inşasına, benim alın terim aktı. Ne kadar istesem de barışı, savaş tanrısı olan bendim, Antik Yunan’da. Çin Seddi’ni ben inşa ettim; kendi yıkıcılığımdan korunmak için.

Kıtalara ben dağıldım, doyabilmek için… Irklara, dinlere ben ayrıldım. Beni ben kırdım, ben yok ettim yine. Parayı ve yazıyı ben buldum. Güzel kızları ben sundum papazlara, sultanlara ve zengin sofralarına. Askerliği ben icat ettim, dağıttım ırklara, ülkelere ve dinlere. Elektriği de ben buldum, kara treni de… Silisyumu transistöre dönüştüren benim ki; dijital (sayısal) devrimin başlangıcı oldu… Uzaya da çıktım, okyanus dibine de indim. Çözülemeyen kriptoları da ben yazdım, kendi gen şifremi de ben çözdüm…

Evet bütün bunları ben yaptım. Çünkü ben bir “insanım”… Ve ben Mustafa Eyriboyun olarak insanoğlunun bütün bu hayat öyküsünü yaşadım, uykusuz uzun yıllar ve geceler pahasına… Yaşadım onca yılı… Dolayısıyla insanlık kaç yaşındaysa ben de o kadar yaştayım. Hatta bir de gelecekte nasıl olacağını tahmin edebileceğim yılları eklemeliyim üstüne. Tahmin edebileceğimiz gelecek yılların sayısı ise gitgide kısalıyor. Çünkü teknolojinin sınır tanımayan hızı, tahmin yapmamızı güçleştiriyor.

Ne zaman eğlenceli bir ortama girsem, derin hüzün kaplar içimi. Bir zamanlar Nükhet Duru’nun seslendirdiği, Sabahattin Ali’nin Melankoli şiiri gelir aklıma. İlk dörtlüğü şöyleydi: “Beni en güzel günümde / Sebepsiz bir keder alır / Bütün ömrümün beynimde / Acı bir tortusu kalır”

Hasta mıyım ben? Hayır ben bir insanım. Yeryüzü ve insanlık bu haldeyken ancak hüzün kaplar içimi. Bir İtalyan düşünür, “Dünyada hiçbir şey beni mutlu edemez, sadece mutsuzluğumu azaltabilir” diyor. Neyse gene de güzel bir şey olarak, benim doğum günüm olmasının önemsizliği kadar, 10 Aralık’ın “İnsan Hakları Günü” olması önemli bir anlam içeriyor. İnsan Hakları Gününüz kutlu olsun.


NOT: 13 Aralık 2005 tarihinde, Zonguldak'ta çıkan, yerel "Halkın Sesi" gazetesinde yayınlanmıştır.

Kar Altında


Tekel İşçilerine Destek Toplantısı - 04 Şubat 2010 - Zonguldak