21 Kasım 2018 Çarşamba

Erol Çatma ile Babaannemin Köyü Hasankadı'ya Gezi

Yenice-Hasankadı arası, kaç yıldır gidip görmeyi düşündüğüm bir güzergahtı. Zonguldak-Yenice, Zonguldak Kozcağız-Hasankadı arasını biliyordum. Ancak Yenice-Hasankadı arasını bilmiyordum. Hatta o arada yol olduğunu öğreneli daha on yıl olmamıştır.

Hasankadı'nın Emirler mahallesi babaannemin köyü idi. Bizim köy ile arasında orman kaplı Ohları Dağı var. İki köy birbirinden coğrafi olarak tamamen ayrı. Arada gidip gelme olmazdı. Babaannemin 1900'lerin ilk yıllarında gelişi tam bir trajik öykü. Çok küçük çocukken dünyanın ucu zannettiğim, odun taşıyacak ya da tomruk çeken öküzlerin ipini tutacak kadar büyüyüp de odun için gittiğimizde meğer o ormanın ötelerinde sıra sıra başka dağlar, ormanlar olduğunu gördüğümde dünyanın çok büyük bir yer olduğunu anlamıştım.

Eskiden yol yok iz yok. Hasankadı ile bizim köyle arasında hâlâ yok. Araba yolları ya Kozcağız üzerinden ya Yenice üzerinden dolaşarak mümkün. O da kuş uçumu mesafenini on katına yakın yol demek...

Çocukken bir keresinde abim Hasankadı'nın büyük bir yer olduğunu belirtmek için "Orada lokanta bile var" demişti. Tabii ki kıyas noktası bizim köy idi... Nedense o cümle de aklımda öyle durur. Sanırım biraz da o sözün etkisiyle Hasankadı'ya ilkin, köyden abimi ve yengemi de alarak gitmiştim.  Kozcağız üzerinden ve sanırım 2000'den hemen önceki yıllar idi.

Ortasındaki anıt ağaç aklımda yer etmiş. Dedim ya birkaç yıldır tekrar gitmek istiyordum. Hem o ağacı göreyim hem Yenice ile arasındaki yolu ve hele hele varsa zirveyi görmeyi çok istiyordum. Yazdan önce bu düşüncemi Erol Çatma ile paylaşmış ve birlikte gitmeyi önermiştim. Çünkü onun çevredeki köyle ve yerleşim yerleri ile ilgili tarihsel bilgisi çok fazla. O anlatmayı ben de dinlemeyi severim.

Hasankadı'da araçtan iner inmez daha üç adım atmadan güler yüzlü bir bey "Hoşgeldiniz" dedi. Meğer oranın Belediye Başkan Yardımcısı, Dilaver ocaklarından emekli bir madenci Hüseyin Akdoğan'mış. Çatma, eskiden beri siyaseten çok iyi tanıdığı Belediye Başkanını falan sorunca muhabbet ilerledi. Hüseyin Bey, kayınbiradenin kahvehanesinde bize ikişer çay ısmarladı. Kendisi, ezan okunması üzerine namaza gitti, biz de yol devam ettik.
Erol Çatma ile Hasankadı'da anıt ağaç hatırası.

Hasankadı-Kozcağız arasında Lazlar Köyü

Güzergah üzerindeki köylerin her birinde Erol Çatma'nın maden işçiliği döneminden arkadaşları, tanıdığı insanlar vardı. Hasankadı Kozcağız yolunun ortalarında Lazlar diye bir köy adı dikkatimizi çekti. Durup fotoğrafını çekerken köyden biri merak edip bize yaklaştı. Sohbette öğrendik ki, 1952 yılında kan davası yüzünden Trabzon'un Vakfıkebir ilçesinden göçüp gelenlerin kurduğu bir köy imiş. Adı da oradan geliyormuş. (NOT: Köy, Google haritalarda görünmüyor. Ancak o köyün daha doğusunda Lazlar Camisi adıyla iki ayrı yer görünüyor.)

Çatma o kişiye çevreden tanıdığı isimleri sordu. "O öldü, bu yaşıyor,.." derken çok sevdiği bir ustasının evinin hemen yakınında olduğunu öğrendik. Onlara uğradık. Bahçede, çardakta oturup ikram edilen çaylarımızı içtik ve yola devam ettik... Sırada önce Kozcağız, oradan Kumluca'ya gidip tekrar Kozcağız'a geri dönmek, sonra Çaycuma Belediyesi SEKA Sosyal Tesislerinde akşam yemeği ve ardından Zonguldak'a geçmek vardı.


(Gezi Tarihi: 3 Kasım 2018 Cumartesi, yazı tarihi: 21 Kasım 2018)




18 Kasım 2018 Pazar

Çorum Amasya Arası Yolculukta Çekiç Ali'den Bozlak Dinlemek...

Türk Isı Bilimi ve Tekniği Derneği'nin iki yılda bir başka bir üniversite ile ortaklaşa düzenlediği Ulusal Isı Bilimi ve Tekniği Kongresi (ULIBTK 2017), 13 - 16 Eylül 2017 tarihleri arasında Çorum Hitit Üniversitesi'nde yapıldı. Ben de oraya doktora tezimin ana konusu olan metan yanmasında is oluşumu üzerine hazırladığım bir bildiri ile katılmıştım. 

Kongre'nin sosyal programı kapsamında bir akşam bizleri Amasya'ya götürdüler. Yol baştan sona görülmeye değerdi. Aracın radyoda çok güzel türküler çalıyordu. Ben de her zaman büyük keyif aldığım yeni yollarda gitmenin ve doyumsuz manzaraları seyretmenin hazzıyla, o coğrafya ile bütünleşen türküleri kaydetmeye başladım. Fakat şoför mahallinde oturan hocanın telefonu çalıp da türkülerin sesi kısılınca, keydettiğim görüntülere, Zonguldak'a döner dönmez Çekiç Ali'nin muhteşem yorumuyla bir klip oluşturdum... Anadolu insanının taa Hititler'den kopup gelen, kaç bin yıllık aşkını, sevdasını, uçsuz buçaksız sarı buğday tarlalarını görüntüleri eşliğinde, "Sarı Yazma"lı güzele söylenmiş bir türkü ile yad edelim dedim...

İşte, yanıbaşımızda Çekiç Ali söylüyor,
"Sarı yazma yakışmaz mı güzele
Sarardı gül benzim de döndü gazele
Aman ben gidiyorum da sen yareni tazele
Al da beni taştan taşa çal güzel"







16 Kasım 2018 Cuma

Aradan zaman geçince

Bu fotoğrafı [1] hard disklerimden birinde gördüm. Dosya adına "Kılıç Sineması" diye yazmışım. Merak edip baktım. Afiş'te 16 Mart-11 Mayıs tarihleri arasında yapılacak olan Film Festivali'nin programı var.

Mart ayında bu fotoğrafı diyelim facebook'ta yayınlasam, bilmeyenler Kozlu'da Kılıç Sineması'nı aramaya koyulur. Oysa geçen yıl onu da yıkıp yok ettiler.

Peki bu filmler ne zaman gösterildi? 2007 yılında. Fakat görüldüğü gibi afişin hiç bir yerinde yıla ait bilgi yok. Böyle durumlarla karşılaştığımda muhatabını tanıyorsam genellikle uyarırım. Afişte duyurulan etkinlikler genellikle asıldığı günlere yakın tarihlerde yapılacağı için yıl bilgisine "ne gerek var" falan derler. Oysa zaman unutturuyor.  Aradan geçip o günün afişi bir belgeye dönüştüğünde içeriğindeki bilgi eksikliği önemli hale gelir.

Az gelişmiş toplum her şeyi ile az gelişmiş oluyor. Yaptığı her iş baştan sağma... Biri uyardığında ise hemen savunma mekanizması devreye girer. O hatayı, o eksikliği inadına savunurlar. Benim gibi titiz insanlar için de yafta hazırdır: "O zaten hiç bir şeyi beğenmez!" Sonuçta "Geçimsiz" olur çıkarız...

*

[1]: Fotoğraf, İncivez'de (Zonguldak) üniversite kampüsü yanındaki TTK Havalandırma Bacası yakınında çekilmiştir.

11 Kasım 2018 Pazar

Çöküntü

Toplumsal çöküş tek tek bireylerin çöküşünün toplu halidir. Toplumda işlerin kötüye gittiğini düşünüyor ve bundan rahatsızlık duyuyorsan yani toplum düzelsin diyorsan önce kendini düzelt.


http://www.cumhuriyet.com.tr/m/video/video/1137535/Kendisini_dolandirmaya_calisan_taksiciyi_boyle_goruntuledi.html


30 Ağustos 2018 Perşembe

At Avrat Silah

At avrat silah...

Türk kültürüne göre yiğitliğin, erliğin ve erkekliğin vazgeçilmeziymiş. Ne zaman? Bin yıl önce...

200 yıl öncesine kadar insanoğlunun yaşamı yüzyıllar içinde fazla değişmemiş. Yani 1000 yıl önceki ile 500 yıl önceki yaşam tarzı, kullanılan araç gereç neredeyse birbirinin aynısıdır. Evler, kap kacak, giysiler toprak, bitki ve ağaçlardan. Metal pek yok. Plastik henüz adı bile yok. Buhar gücü yok, motor yok, elektrik yok. Dedenin dedesi nasıl yaşadıysa sen de öyle yaşıyorsun.

Sonra Batı'da "Sanayi Devrimi" diye bir olay yaşanıyor. Buhar gücü keşfediliyor, lokomotif (tren), buharlı gemiler, petrol yakıtlı motorlar derken, son 200 yılda dünya bambaşka bir yere dünüşüyor. İnsanlar binlerce yıl sürdürdükleri yaşam tarzını değiştiriyor ya da değiştirmek zorunda kalıyor. Topraktan kopuş ve sanayi işçisine dönüşüm başlıyor.

Bu arada gelenekler, görenekler, örf adet; alışkanlıklar değişiyor.

Dönüşüme ayak uyduramayanlar bir şekilde sistem tarafından eleniyor. Bu bir köy içinde de böyle, bir ülkede de ve tüm ülkeler arasında da...

Türkiye, Cumhuriyeti kuran kadro ile aynı zamanda bir kültürel dönüşüm de yaşamış. Köy Enstitüleri bu kültür devriminin önemli ayaklarından biri olmuş. Devrimsel dönüşümlerin ömrü maalesef kısa sürmüş. Mustafa Kemal'in genç sayılacak yaşta ölümü, ardından 2. Büyük Paylaşım Savaşı (2. Dünya Savaşı dedikleri) derken biz henüz köylülükten kurtulamadan ABD'nin yeşil kuşak projesinin kurbanı olarak cahil bırakılmışız.

Köyde yaşı benden küçük olanların büyük çocuğunluğu, başta İstanbul olmak üzere başka şehirlerde yaşıyor. Altlarında otomobiller, ellerinde akıllı telefonlar,.. Başörtülü köylü kadınlar Facebook'tan canlı video yayını yapıyor.

Ama...

Ama binlerce yılın ilkel kültürü olduğu gibi devam ediyor: Silahlar patlıyor.

Burada paylaştığım video, 24 Ağustos 2018 tarihinde doğuduğum köyde çekildi. Yeğenimin kızının nişanından... Bir ara fotoğraf makinasını almak için arabaya gitmiştim. Dönüşte tepe bir yerde durup çektim. O sırada bir kaza kurşununun hedefi olabilirdim. Yaşları ne olursa olsun çocukluktan kurtulamayan insanlarımızın rastgele silah atışları beni çok rahatsız etti. Muhtardan anons yapmasını rica ettim. "Dinlemezler ki" dese de anons yapıldı. Fakat hiçbir etkisi olmadığı gibi silah sesleri daha da arttı. Ben oradan ayrıldım.

Az önce (30 Ağustos 2018, 19:30) Kanadalı arkadaşım Messenger'dan halimi hatırımı soran mesaj göndermişti. Biraz yazılı sohbet ettik. Akrabalarımızın bizleri depresyona soktuğu konusunda birleştik. Kendisi aslen Irlandalı. Çocukken ailesi Kanada'ya göçmüş ve halen Hamilton'da yaşıyor. Kardeşlerinden biri Londra'da yaşıyor. Dertlerimiz ve dert ettiklerimiz farklı olsa da sonuçta dertliyiz işte... Ne tuhaf, birbiriyle hiç alakası olmayan iki coğrafyada iki insan... Dertli insanlar da birbirini buluyor demek ki...



29 Ağustos 2018 Çarşamba

Yok öyle bedelini ödemeden uygarlaşmak...

Yok öyle bedelini ödemeden uygarlaşmak...

Olay, 4 Ağustos günü Alanya’nın Konaklı Mahallesi’ndeki özel bir öğrenci yurdunda meydana geldi. İddiaya göre, lise 1'inci sınıf öğrencisi İsmail Kerem Topal (14), kaldığı özel öğrenci yurdunda aynı yaştaki M.E.U. isimli çocukla kavga ettikten sonra dengesini kaybederek merdivenlerden yuvarlandı. Başını beton zemine çarpan Topal, ağır yaralandı. Yurt görevlilerinin ihbarı üzerine gelen sağlık ekipleri, İsmail Kerem Topal’ı ambulansla Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesine kaldırıldı. Tedaviye alınan Topal, 9 Ağustos'ta hayatını kaybetti.

Evet haberin özeti bu...

Videoyu izlerken gençlerin ve bir yetişkin (belki görevli) edilgen tavrı insanın kanını donduruyor. İşte din eğitiminin insanı yozlaştırmasının somut örneği...

Google haritalardan, 
Alanya’nın Konaklı Mahallesi’ndeki özel bir öğrenci yurdunu buldum. Ölümle sonuçlanan olayın yaşandığı yurt mudur bilemiyorum. Aynı ya da başka bir "özel" yurt olsa da yazacaklarım değişmez. 4 Ağustos'ta yurtta kalan lise öğrencileri... Hepsi üniforma gibi kıyafetler içinde... Binaya uzaktan bakar bakmaz bir tarikat yurdu olduğu kesinlikle anlaşılıyor. Türkiye'nin her yerinde hemen hemen aynı mimariyle yapılan binalar. Devlet bunları zaten meşrulaştırdı. Peki ya aileler?

Kimi yoksulluktan, "Evden bir boğaz eksilsin" diye, kimi "çocuğumuz dinini öğrensin" diye bu yurtlara çocuklarını gönderiyor. İşte asıl hata ve ihmal burada. İlkel tarım toplumundan kalan bir anlayışıyla, bakamayacağı sayıda çocuk yapan ilkel bir toplum... Sonra ah vah etmenin bir anlamı yok. Kişisel olarak bu ah vahlara da inanmıyorum. Çünkü o donuk yüz ifadelerinde gerçekten bir çocuğunu kaybetmiş annenin acılı iç dünyasını göremiyorum. Belki önyargı ama o suratların, çocuklarına nasıl davrandıklarını bizzat gözlemlemiş biri olarak bunları yazıyorum. Bu toplumun artık ikiyüzlülükten arınması gerekiyor. Nitekim daha önce benzer dinci yurtlarda yaşanan 
pek çok yangın, şiddet, yangın, ... olaylarında onca davalar açıldı da sonucu ne oldu? Üç kuruşa tav olan veliler... 

Yok öyle bedelini ödemeden uygarlaşmak...
 










http://www.cumhuriyet.com.tr/video/video_haber/1067663/Ogrenci_yurdunda_olen_cocugun_yeni_goruntuleri_cikti.html

Devlet Cumartesi Anneleri’ne neden 700. haftada saldırdı?

Devlet Cumartesi Anneleri’ne neden 700. haftada saldırdı?
Ruşen Çakır'ın 27 Ağustos 2018 tarihli yorumu. 2011'den sonra ne oldu? Erdoğan, eski devletin yeni sahibi olmayı mı benimsedi?
Çakır'ın, videodaki yorumundan, "... Süleyman Soylu herhalde 2011'de bu görüşme olduğu sırada herhalde bu görüşmeyi yaptığı için Erdoğan'a kızan bir sağcıydı şimdi Erdoğan onun çizgisine gelmiş olduğu için mutlu bir sağcı olarak meydan okumayı sürdürüyor olabilir. ..."




27 Ağustos 2018 Pazartesi


https://youtu.be/u4rUpmTu__0

Irak Televizyonunda Dünyanın Yuvarlak mı Düz mü Olduğu Tartışması

Aşağıda iki video linki var. Tartışmak anlamsız.


Irak'taki tartışma:
https://www.youtube.com/watch?v=kjjYXOIHCaY

Türkiye'den konuyla ilgili bir yayın:
https://www.youtube.com/watch?v=tUiP0_B6pP4

Daha Neyimi Alacaksın Ey Zaman?

Daha Neyimi Alacaksın Ey Zaman?

Başımdaki saçları, saçlarımın siyahlığını, gözlerimin ferini, dizlerimin dermanını verdim sana. Daha neyimi istiyorsun ey zaman. Bari beni ayakta tutan iskeletimi bırak bana. İsteme benden. Eş, dost, akraba; çoluk, çocuk hiç bir şey kalmamış. Bostanlar kurumuş, bahçeler tarumar, duvarlar dökülmüş, döşemeler çürümüş. Hep gidenlerim oldu. Şimdi ne gelenim var ne gidenim.

Ve başlasın sazlar, rast makamında bir şarkı çalınsın.

"Unut beni kalbimdeki hicrânla yalnız kalayım Kimsesiz bir yavru gibi kucağında ağlayayım" desin, o buğulu sesler...




Çeteler Ülkesi

Tecavüz, tefecilik, sahtecilik,.. ne ararsan var. Adalet? O da ne ki? Ülkede yaşam bileşik kaplar gibidir. Her şeyin seviyesi sonuçta eşitlenir. "Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın", size de dokunacaklar. Deprem gibi sadece zamanı belli değil.

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/1065485/Sekreterine_tecavuz_eden_cete_liderinden_is_adamina_igrenc_teklif.html

İnternette Kendini Bulmak...

Dün, bir arkadaşım sosyal medyadan niçin ayrıldığımı sorduğunda kendisine kısaca bilgi verip, "ama blogumda ara ara yazıyorum" dedim. Sonra, zaman zaman facebook'ta bahsettiğim blogumdan haberdar mı acaba diye düşünürken, yoksa bile "eyriboyun blog" diye aratsa bulur herhalde diye düşündüm. Fakat bir de kendim denemek istedim. Meğer İbrahim (Akyürek) kendi blogunda, Facebook'tan bloguma geçişimi haber yapmış. Bunu öğrenmiş oldum. Başkaları beni bulabilir mi diye bakınırken ben kendimi bulmuş oldum.

http://67sanat.blogspot.com/2018/05/dars-oteki-facebook-kurbanlarnn-basna.html?m=1



Bakan Soylu!

İçişleri Bakanı, "Kayıp falan değil örgüt infaz etmiş" diyor. O zaman onu ispatlayıp önlerine koyarsınız. Ailelerin istediği cenazeleri ve kemikleri de bulup teslim edersiniz herkesin yarası sarılmış olur. Fakat bizzat Bakan'ın kullandığı dil onun sorumluluktan uzak, kışkırtıcı, ötekileştirici olduğunun kanıtıdır. Siyasetteki zikzaklı geçmişi de güvenilmezliğinin bir başka kanıtıdır. Bulunduğu konumda kalabilmek için kendinden istenenin daha fazlasını gösterme gayreti içindedir. O anlamda acınacak bir haldedir.

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/1065541/Saldiri_emri_veren_Soylu_dan_Cumartesi_Anneleri_aciklamasi.html

Cumartesi Anneleri 700. Hafta


Kemal Can,"Lütufla başlamayan yasakla bitmez." demiş. İçişleri Bakanı, düne kadar Demokrat Parti genel başkanı iken ne çok saldırırdı AKP ve Liderine... ve ne çok saldırıyor şimdi mazlumlara, yeni sahipleri adına... 

http://www.cumhuriyet.com.tr/m/koseyazisi/1065385/Lutufla_baslamayan_yasakla_bitmez.html

23 Ağustos 2018 Perşembe

Bir İlkellik Göstergesi

Dogmatik toplumların yüzlerce yıldır uyguladığı alışkanlıklarından vaz geçememesi, geleneklerine bağlılığı övünülecek bir şeymiş gibi addedilir. Oysa bunlar, bir anlamda değişen koşullara uyum sağlayamadığımızın göstergesi, ilkel yanlarımızı koruduğumuzun dışa vurumudur.


İnsanlığın Bitmeyen Göçü

Karşıda, parkın kenarında dört ayrı yerden dört ayrı otomobil duruyor. 41, 34, 55, 81. Üçü batıdan, biri doğudan.

Batıya yönelme tarihsel bir olgu. Binlerce yıldır insanoğlu hep Batı'ya doğru göç etmiş. Japonlar ve Kuzey Amerika yerlileri hariç görünüyor.

Antropolojik ve genetik bulgular ilk insanın Orta Batı Afrika'dan dünyaya yayıldığını gösteriyor. Buna katılmayıp, insanın, dünyanın değişik yerlerinde, birbirinden bağımsız olarak ortaya çıktığını iddia edenler de var. Bilim, kimseden bunlara inanmasını beklemez. "Ben bunu buldum. Senin başka bir bulduğun varsa onu paylaş. Hangisinin kanıtları daha akılcıysa, daha doğruysa onu kabul edelim" der. İnançlar öyle değildir. Onlar tarif eder ve "Bu böyledir. Buna inanmak zorundasın. Aksini bile düşünemezsin. Düşünürsen kafir okursun ve katlin vacip olur" der. Bilime mi, inanca mı? Egemenler, hangisine yöneleceğinizi de size bırakmazlar. Ya birini ya diğerini dayatmaya çalışırlar. Bütün siyasal sistemlerin, ideolojilerin arka planında bu kendi istediği şekilde yönetme güdüsü vardır.


Türkiye'de Siyaset Yapmak

Türkiye'de Siyaset Yapmak!


Bu haberi, bu fotoğrafıyla ilk görünce ister istemez sol başta kısa eteğiyle görünen jadını ve hangi partiden olduğunu merak ettim. Gittikçe dindarlaş(tırıl)an bir toplumda, bir dini bayramda, resmi bir bayramlaşmada, bir siyasi için, kendisi ve partisi aleyhine kullanılabilecek bir görüntü. Dinci kesimin kendilerinden olmayanlara sürekli yaptığı saldırıların başında, "Milletin dini ve manevi değerlerine karşı çıkıyorlar." söylemi gelir. Yerelde, CHP içinde tanıdığım bazı kişilerin bilgi dağarcıklarının çok sığ olmalarıba rağmen sırf başları açık olduğu ve dekolte giyinebildikleri için kendini "çağdaş" diye yorumladıkladıklarını bildiğim için bu fotoğraftaki kadının kim ve hangi partiden olduğu ilgimi çekti.

Elbette kendi adıma isteyen istediği gibi giyinebilir. O konuda kısıtlayıcı bir düşünceye sahip değilim. Binlerce yıldır dinsel, geleneksel, toplumsal kurallar insanı belirli kalıplar içinde yaşamaya zorlamıştır. Gerçek anlamda ilk kez 20. yy'da meyvelerini vermeye başlayan insanın özgürleşne süreci, genellikle çoğunluk tarafından "aykırı" bulunan insanların cesur davranışları sayesinde gerçekleşmiştir.

Size ters geliyorsa siz de kafanızı çevirin. Her işi kendi keyiflerince yorumlayan dinci hokkabazlara, duayenleri ve aynı zamanda Türkiye'de siyasi yozlaşmanın baş temsilcisi Turgut Özal'ın başlattığı özel televizyonlarda erotik ve hatta pornografik içerikli filmler yayınlanması gündemi meşgul ederken söylediği gibi "siz de başka kanal seyredin canım."

Erik Satie: Gnossienne No. 1, 2, 3


22 Ağustos 2018 Çarşamba

Milletin Adamları

Haklısınız.
Dedelerinizin oyları ile "Türkiye'yi Küçük Amerika Yapacağız" diyenler iktidar oldu ve Türkiye NATO'ya girdi yani Amerikan emperyalizminin kıskacına düştü.
Haklısınız.
 Babalarınızın oyları ile "Satacağız" diyenler, "Madenleri kapatacağız" diyenler iktidar oldu; Sosyal devlet gitti, "Ben zengini severim" diyen, "Ortadoğuya bir koyup üç alacağız" serbest piyasacıların elibde işsizlik ve açlık başkadı.
Haklısınız.
Şimdi... şimdi... şimdi...
Ne yazmamı bekliyorsunuz. Önce üsttekileri iyice anlayın sonra burayı kendiniz doldurursunuz zaten...


Amerikan Mallarını Boykotmuş!

Amerikan emperyalizmine gerçekten karşı olan bir nesli mahfettik, Türiyeyi Amerikan emperyalizmine teslim eden Menderes ve Özal ile Milletin Adamları diye yan yana afiş bastıranları alkışlıyoruz. Böyle olup İslam coğrafyasının sahte Amerikan karşıtlığı.


Değersiz İnsanlar - İnsanlar Değersiz

Dün gece yarısı Zonguldak şehir merkezinde, İsmet İnönü heykelinin orada; kadın erkek, yaşlı genç, kimi kucakta çoluk çocuk kalabalık bir aile yolun karşısına geçmek için bizim geçmemizi bekledi. Ben durup onlara geçmelerini işaret ettim. Onlar yola indi tam bizim arabanın önünden geçmişlerdi ki bizden epeyce geride olan bir araç geldi, kalabalığı gördüğü halde durmayıp, hafif bir "S" çizerek geçip gitti. Biz donakaldık. Kalabalık aile(ler) şaşıp kaldı. Neyse ki kimseye birşey olmadı ama olsaydı biz yayalara yol verdiğimiz için sorumsuz ve saygısız bir sürücü tarafından ezilmelerine sebep olmuş olacaktık.

Bizi geçen o araç da gitti Vilayet binasının karşısında, Didem Color'un (Eski Foto Turan) oralarda yavaşladı. Biz sağdan geçip gittiğimiz için durdu mu göremedim.

Bir kurban bayramın birinci gününün son, ikinci gününün ilk dakikalarını trafiğe kurban vermeden atlatmış olduk.

Araç kamerasından görüntüyü paylaşırım diyordum ama kameranın hafıza kartını çıkarmışım meğer. Daha önce başka bir trafik garabetini bilgisayara aktarmak için çıkarmış olmalıyım... Nüfusunun büyük bir oranının değer verdiği hiç bir şey kalmamış yani "değersiz" kalmış bir topluma dönüşen halkımızın kurtuluş düşü ile yanar hâlâ yüreğimiz ya boşa mı yanar bilemiyorum...

21/22 Ağustos 2018

16 Ağustos 2018 Perşembe

Malum Örgütün Destekçileri

Son günlerde eski hard diskleri birleştiriyorum. Bazı dosyalara "aaa, bbb" vs. gibi isim vermişim. Dolayısıyla içeriğinin ne olduğunu anlamak için tek tek açıp incelemek gerekiyor. Hayli zaman alan, bıktırıcı bir iş. 

Yine 2000'li yıllarda kendim için ve bazı tanıdıklara ücretsiz web yayınlama imkanı sunan yerlerden yayınlanmak üzere web siteleri yapmıştım. Sonraları bloglar çıktı. Zonguldak'ta günlük yaşamda karşılaştıklarımı arşivlemek üzere "zongulca" diye bir blog açmış ama doğrusu biraz da başımın belaya girmesinden çekinerek devamını getirmemiştim. Sonra da tamamen unutmuşum. Daha sonra "Fesleğen Kokusu" isimli başka bir blog oluşturmuştum. Onu da yıllarca kullanmayıp hatta unutup, bu yılın başlarında tekrar aktifleştirmiştim. Önceki gün fark ettim ki Zongulca'ya onun içinden geçilebiliyormuş. Orada kendi kendime ilk açılış cümlesine yorum olarak paylaştığım resimdeki bilgileri yazmışım. O gün sıradan olan o bilgi şimdi değerli hale geldi. Ancak ilkesiz toplumda değer kavramı da tartışılır. Çünkü yavuz hırsız ev sahibini bastırıyor. Gücü elinde tutan yasa masa dinlemiyor. Dün bize hain diyen FETÖ'cüler, bugün de aynı şeyi yapıyor. Oysa biz dün de bugün de aklımızı başlarına emanet etmedik, etmeyiz de... Suçumuz da bu olsa gerek.






Yaprak Süpürme ve İnsan Sağlığı


15 Ağustos 2018 Çarşamba

Söyle derdini kaç yıl çekecek bu dertli başım - Perihan Altındağ Sözeri


Estetik ve Kültür Hak Getire!

Bugün vilayette işim vardı. Çıkışta tam karşımdaki Belediye Kültür Merkezi'ne (BKM) uğrasam mı diye içimden geçirdim. Sonra vazgeçtim. Sonra gözüme BKM ile yanındaki binanın arasından yukarıya çıkan merdivenin girişi takıldı. İki binanın arasındaki yaya yolunun üstüne çatı gibi bir şey yapılmış. BKM yani eski belediye binası yani 1930'ların Halkevi binasının etrafındaki bu gecekonduvari yapılaşmayı yadırgadım. Zonguldak Belediyesine de yakıştıramadım. Nasıl bu kadar estetikten, kültürden uzak olabiliyorlar anlamak mümkün değil.

2 Ağustos 2018 Perşembe

13 Temmuz 2018 Cuma

Fener Bizim mi?

Bu akşam "Fener Halkındır Platformu"nun çağrısıyla, Fener Lisesi önünden Gezi Yolundaki eski çay bahçesine kadar yürüyüş yapıldı. Orada basın açıklaması okunmasının ardından TTK Genel Müdürlüğü Önüne siyah çelenk konulması için yürüyüşe devam edildi.




Yürüyüş başlamadan karşılaştığım Bahattin (Arı) ve Alaaddin (Kara) ile Fener Gerçekten Bizim'miydi diye şakalaştık.

Toplantıya, kimlerin ve kaç kişinin katılacağını merak ettiğim için geldim. Hemen her konuda yapılan eylemlere katılan gruplar dışında ilk defa gördüğüm yüzler de vardı. Çoğunluk kadınlar ve özellikle emeklilik yaşında kadınlar.

Buraya katılan insanları daha önce Rat Mahallesi'nde TOKİ için evleri ellerinden alınıp yıkılan insanlar eylem yaparken, onlara destek için de görmek isterdik... Hadi onu bırak, Deniz Kulübü önüne geniş yol açılırken ve bazı şahısların Fener kayalıklarına keyfi olarak beton döküp kendi keyiflerince kullanımına ayırırken de görmek isterdik. Aksi halde yapılan bu eylem tam da iktidarın "elitler" eleştirisine hak kazandırmaktan öte bir anlam taşımayacaktır.

Toplantı Saati: 10 Temmuz 2018, Salı, 18:30

1 Mayıs 2018 Salı

Simgelerin Gücü - AKP’yi Tebrik Ediyorum…

Fransa ve İtalya’yı protesto ettiğimiz günleri hatırlayan vardır. Bir ülkenin vatandaşları başka bir ülkeyi protesto ederken genellikle bayrağını yerlerde çiğner ya da yakarlar. Bizim bazı vatandaşlarımız da öyle yapmıştı. Bayrağı çiğnemek o kadar önemli mi? Önemli. Niçin? Çünkü o bir simge. Simgeler önemli mi? Çok önemli. Hemen her Holivud filminde sahnelerin arka planında, konudan alakasız ve uzak bir ABD bayrağı dalgalanır durur. Çünkü o bir simgedir.


Örneğin bazı markalar da simge olmuştur. Bir ülkeye Coca Cola girdiyse orası iflah olmaz diyenler vardır. Coca Cola’nın kendisi önemli değildir. Önemli olan simgenin taşıdığı anlamdır; “Simgelerin Gücü Adına!”. Kolalı içecekler bir anlamda paranın ve ABD’in simgesi olmuştur .

Paranın simgesi var da emeğin, alın terinin simgesi yok mu? O da var: Orak-çekiç. Biri fabrika işçisini, öteki tarım emekçisini temsil eder.

Tarih bir anlamda simgelerin çatışmasından ibarettir. Buna emek-sermaye çelişkisi (çatışması) diyenler de vardır. Yöneten-yönetilen, işçi-patron hep birbiriyle çelişki (çatışma) içindedir. Bunu illa kavga-gürültü anlamında düşünmeyin. Örneğin işçi zam ister, patron vermek istemez. Çelişki ya da çatışmadan anlaşılması gereken budur. Yani çıkarların çatışması… Toplu sözleşme ve pazarlık sistemi öyle ortaya çıkmıştır. İki taraf uygun bir noktada yani ortak çıkarlarda anlaşırlar ve fiziki çatışma önlenmiş olur.

Ölenin mezarını ziyaret etmek bir simgedir. Neyin simgesi? Onu hala andığımızın, hala sevip saydığımızın simgesidir. Ölenin bundan haberi olmasa da sırf mezar ziyareti için yüzlerce kilometre yol gitmez mi vatandaşlarımız... Örneğin Zonguldak’tan kalkıp Trabzon’a cenazeye, bayramda mezarını ziyarete gitmez mi? Gider. Oradaki mezarda yatanı burada ansa olmaz mı? O da olur. Ancak yerinde anmak daha anlamlı kabul edilir.

1 Mayıs 1977’de Taksim’de 37 işçi ölmüştü. Hayır. Ölmemiş, öldürülmüştü. Kim öldürdü? Bulunamadı!

Alın teriyle geçinen insanların, o güne kadar en geniş katılımla, 500 binden fazla kişiyle yaptığı emekçi bayramıydı 1 Mayıs 1977. Emeğiyle geçinen insanların sistemi değiştirme gücüne sahip olduğunu hissettikleri bir dönüm noktasıydı… Dolayısıyla yerli ve yabancı patronlar için kesinlikle kırılması gereken bir bilinç düzeyi vardı. O, “birlikten kuvvet doğar” bilinci, “patrona karşı ancak birlikte olunursa insanca yaşam için yeterli ücret alınabileceği” bilinci zorla yok edildi. Araç olarak arkeri darbe ve dindarlaştırma dahil her şey kullanıldı.

O günden beri işçiler, bayramlarını kutlamak ve orada öldürülen arkadaşlarını anmak için Taksim’e çıkmak istediklerinde, sermayenin bekçileri karşılarına dikiliyor ve “Çıkamazsınız” diyor. Aynı bilincin ortaya çıkmasından ürkülüyor.

Her yılbaşı gecesinde, bazı maçların sonunda mahşer yerine dönüşen Taksim alanı, sıra işçilere gelince kapalı. Niçin? Çünkü Taksim bir simgedir. İşçi sınıfının gücünün simgesi... Bu simgeyi görmek bazılarının uykusunu kaçırıyor olmalı ki, meydanı savaş alanına çevirme pahasına da olsa izin vermiyorlar. Türkiye’de bugün işçi sınıfının bazı lider (bozuntuları) için dahi bu durum anlaşılmış değildir. Belki anlaşılmıştır da işçi sınıfı adına pazarlık etmek yerine, kendileri için pazarlıkta istediklerini almışlardır.

1 Mayıs’ta Taksim Alanında olmak bir simgedir. Yapılabilseydi emekçiler kazanmış olacaktı.

Yaptırılmazsa sermaye sınıfı kazanmış olurdu. Şimdi kim kazandı? Bu sorunun cevabını önce, eski GİMA’da (şimdi bilmem ne-sa’da), günde 10 saat, ayda 26 gün ve toplam 250 YTL ücretle çalışanlar, çalıştıranlar ve çalıştırmaya göz yumanlar versinler.

Fakir-fukara, garip-guraba edebiyatıyla iktidar olup, yerli ve yabancı sermayenin tüm isteklerini yerine getiren AKP, işçileri Taksim’e çıkarmayarak bugün için sermayenin egemenliğini ispat etmiştir. “AKP’yi tebrik ediyorum…” diyemem. Çünkü ben de ücretli bir emekçiyim. Ancak sahipleri onların başını okşayacaktır.


6 Mayıs 2008'de, Zonguldak'ta çıkan "Halkın Sesi" Gazetesinde yayınlanmıştır.

21 Nisan 2018 Cumartesi

Din Devleti! İstediğiniz bu mu?

Hangi din olduğu önemli değil, böyle bir ilkelliği ancak bir din devletinde görebilirsiniz. İstediğiniz bu mu?

İnsan hakları, çağdaş hukuk, çağdaş uygarlık, gibi bu çağın değerleri olan hiç bir duruma uymayan bu uygulamalar insanlık dışıdır.










20 Nisan 2018 Cuma

Öfkeliyim! Osmanlı Niçin Çöktü?

Öfkeliyim!

Çünkü:

Halkın Sesi internet sayfasındaki bir haber gördüm. O haberin tamamını resim olarak, bir kısmını da aşağıda metin olarak paylaşıyorum.

"...
Milli Eğitim Bakanlığı,  imam hatip ortaokullarındaki çocukları 5. sınıftan itibaren hafız olarak yetiştirmek amacıyla “Hafız İHO” adıyla bir proje başlattı.  Yapılan açıklamaya göre, proje hafız olarak yetişen çocukların sadece ilahiyat alanında değil, ilgi ve yeteneklerine uygun olarak kendi seçecekleri diğer alanlarda da yetiştirilmesini amaçlıyordu. Zonguldak Milli Eğitim Müdürü Pervin Töre, öğretmenevinde, ildeki tüm ilkokul müdürleriyle, projenin tanıtımı için bir toplantı yaptı. Töre, Zonguldak İl Müftüsü Rüstem Can’ın da katıldığı toplantıda okul müdürlerinden çocukları imam hatip liselerine yönlendirmeleri için özel çaba harcamalarını istedi.

..."

Şimdi bu sözde "milli"lere soruyorum. 
Osmanlı Niçin Çöktü? Şu an dünyanın en yoksul; bilim, sanat ve kültürde en geri ülkeleri niçin İslam ülkeleridir?


Osmanlıda hafız mı eksikti de çöktü? Şu an İslam ülkelerinde imam, inançlı insan, hafız eksiği mi var? Hayır... Peki neden 'geri'ler. Çünkü bilime sırt çevirip, kendilerini 1400 yıl öncesinin dogmatik kurallarına hapsettikleri için.

Ya da soruyu tersinden soralım: Bugün dünyayı yöneten bilim ve teknolojiyi üreten toplumlar bu işleri din ile mi yapmaktalar? Elbette hayır. 

Aslında uzun lafa gerek yok. Bu ülkenin en etkili en yetkili makamlarının işi bilmedikleri için hata yaptıklarını düşünmüyorum. Gayet bilinçli bir şekilde eğitimi baltalıyorlar. Bu il müdürüne ne dikkat ediniz. Yarın iktidar değişirse ilk önce çark edecek bunlardır. 

Çok yazık!



http://www.halkinsesi.com.tr/zonguldak/egitimin-ruhuna-fatiha-h40579.html 



17 Nisan 2018 Salı

Selden geriye kalanlar


Bazı türküler yalnızca türkü değildir. Seni alıp götüren, kolunu bacağını koparıp, olmadık bir kuytuda, bir çalı dibine bırakan seldir örneğin...

Oysa dinlerken yani daha içine sürüklenmeden ne de güzel akar sel suyu... Nasıl güzel çağıldar... Koparıp tepelerden taşı toprağı, katar önüne, götürür bir düz ovaya bırakır. Verimli topraklar, o selden geriye kalan tortulardır. 
Can suyu da seni yutan sel... 

ME, 17 Nisan 2018

13 Nisan 2018 Cuma

Yeniden merhaba..


İki ayrı dönem olarak sekiz on yıl süren facebook günlerinden, s
ağaltıcı etkisine inandığım fesleğen kokusuna dönüş... Belki daha uzak, belki daha yakın olacağım, beni hasta eden her şeye... 

Kimi kum zambaklarının kokusunu sever, kimi lavantanın... 
Hanımeli uzaktan hoştur ama yakınına varınca bayar... Ben hepsini severim. Kokusunu pek sevmesem de lavanta tarlalarının görüntüsü bir başkadır. Ama uzaktır. Fesleğen öyle mi... Uzat elini bak... Ama ille de kokusu... Fesleğen kokusu iyi gelir hastalıklarıma... 

İlgilenmeyince Blog'umda tamirat işleri çıkmış. Resimler görünmez, bağlantılar çalışmaz olmuş. Bir süre onlarla uğraşmam gerekebilir. Sonra belki haftada bir, ayda bir yazarım. Bu arada blog ayarlarını tam da bilemiyorum. Öğrenmem gerekecek. 

Hep sorulduğu için bir not düşeyim, bu blogda kaynak belirtmeden yayınladığım tüm yazı, resim, fotoğraf, video, kolaj ne varsa hepsi şahsıma aittir. Ola ki alıntı yapmam gerekirse mutlaka kaynak belirtirim. Buradan alıntı ya da paylaşım yapanlardan da aynı hassasiyeti göstermelerini dilerim.

Mustafa Eyriboyun


13 Nisan 2018, Cuma, Zonguldak