Kendi halinde olmaktan, yazmadan duramamaktan, iç geçirmekten, iddiasız, yalansız dolansız olmak istemekten, yargılamadan, yargılanmak istememekten, bir kişi anlasa yeter demekten, bir kerelik yaşamaktan... Mustafa Eyriboyun
21 Mayıs 2008 Çarşamba
Kent Üzerine Söyleşi ve Gösteri
Şimdi aynı söyleşiyi, içine Çaycuma fotoğrafları katılmış olarak Çaycuma’da yapacağım. Organizasyonu TMMOB Mimarlar Odası Çaycuma İlçe Temsilciliği üstlendi. Aynı zamanda “Herkese Sağlık, Güvenli Gelecek Çaycuma Platfomu” da destekliyor. Düzenleme için Mimar Fuat Kalaycı ve Eğitim-Sen Çaycuma Temsilcisi Öğretmen İsmet Akyol dostlarıma teşekkür ediyorum.
26 Mayıs 2008, Pazartesi günü saat 20:00’de Çaycuma Ticaret ve Sanayi Odası Salonu’nda yapılacak söyleşiye, öncelikle geleceğin belediye başkanları ve dün bayramlarını kutlayan gençleri ve tüm okurlarımı davet ediyorum.
"Halkın Sesi"nde 20 Mayıs 2008'de yayınlandı.
Zonguldak’ta Yeni Termik Santrallar
Geçen hafta İstanbul’da Uluslararası Yapıda Tesisat Bilimi ve Teknolojisi Sempozyumu yapıldı. Orada bildiri sunmaya gitmiştim. Ardından Ankara’da Makine Mühendisleri Odası Danışmanlar Kurulu Toplantısına delege olarak katıldım. Her iki toplantıda Türkiye ve Dünyanın karşı karşıya bulunduğu enerji sorunu tartışıldı.
Önümüzdeki hafta başında (26-27-28 Mayıs 2008) Zonguldak’ta Kömür Kongresi yapılacak. Üç gün boyunca ilgili bilim insanları ve uygulamacılar sektördeki yenilikleri, araştırma sonuçlarını ve sorunları tartışacak.
Kongrenin ikinci günü, (27 Mayıs Salı) öğleden sonra Makine Mühendisleri Odası Enerji Çalışma Grubu Başkanı Oğuz Türkyılmaz’ın yöneteceği "Enerji Yatırımları İçinde Kömürün Yeri ve Batı Karadeniz Bölgesinin Önemi" paneli yapılacak. Panele konuşmacı olarak katılacaklar şöyle: Fazlı Erdoğan (AKP Zonguldak Milletvekili), Ali Koçal (CHP Zonguldak Milletvekili), TES-İŞ Temsilcisi (Türkiye Enerji, Su ve Gaz İşçileri Sendikası), Mehmet Torun (TMMOB – Maden Müh.Odası Başkanı), Necdet Pamir (DEK Türk Milli Komitesi Yön.Kur. Üyesi), Ahmet Kavas (Elektrik Üreticileri Derneği Yöneticisi), Yusuf Aydın (Yerli Kömür Üreticileri adına)
Aynı günün sabahı Zonguldak Enerji Profili (Caner Özdemir) ve Zonguldak Termik Santral Projeleri (Haluk Direskeneli) konulu sunumlar da yapılacak.
Türkiye’de ciddi bir işsizlik sorunu varken, Kdz. Ereğli’den Cide’ye kadar yeraltında kömür yatıyorken bu sahiller ithal kömüre dayalı termik elektrik santralleri ile doldurulmak isteniyor. Santralı kuranlar yabancı, malzeme yabancı, kömür yabancı… Bizlere amelelik yapmak, külüne, tozuna ve kirli havasına katlanmak kalacak gibi…
Yıllarca iktidarlar tarafından “siyaset yapıyorlar” diye halkın gözünde itibarı sarsılmaya çalışılan Maden Mühendisleri Odası, Makine Mühendisleri Odası gibi odalar ve onların üst kuruluşu olan Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği’nin (TMMOB) bilinçli ve ısrarlı muhalefeti olmasa Türkiye tam bir sömürge olmaya daha yakın olacak. Ülke çıkarlarını korumak siyaset yapmak oluyorsa tabii ki yapılacaktır. Karşı çıkanlar “ülkeyi satmak ne oluyor?” onun cevabını versinler.
Tek yönlü yayınlar ile ‘beyinleri kirlenen’ vatandaşlarımız; meslek alanları ile ilgili ülke çıkarlarını korumak dışında hiçbir amaç gütmeyen bu odalara destek vermek yerine, siyaseti kendi kaplarını doldurmak için yapanlara kulak verirse amelelikten kurtulamayacakları gibi ‘ciğerleri de kirlenecektir’.
"Halkın Sesi"nde 20 Mayıs 2008'de yayınlandı.
19 Mayıs 2008 Pazartesi
Dost Kazanmak için Ticaret Yapmak
İstasyon’daki dükkânlarına vardığımızda ilk dikkatimizi çeken dükkânın bir köşesindeki kanun oldu. Biraz sohbetten sonra anahtar teslimi anlaşmaya vardık. Yaptıkları işler ve iş hacimleri konusunda hiçbir bilgimiz yoktu. Ancak iki kardeşin de Çaycuma Musiki Derneği’nde Sanat Müziği icra ediyor olduğunu öğrenmek ve ortak dostların varlığını görmek bize güven vermişti. Yaşar beyle daha önce Hamit Kalyoncu hocamızın Çaycuma’daki söyleşisi ve iki yeni kitabını imzaladığı günün ardından yemekte tanıştığımızı hatırladık.
Dönüp eve geldiğimizde, iki kardeşin birden söylediği “biz mal satmak için değil dost kazanmak için ticaret yapıyoruz” cümlesinin eşimin de benim de dikkatimi çekmiş olduğunu farkettik (Darısı olmasa da yarısı Zonguldak merkezde ticaret yapanların başına olsun). Bu sözün laf olsun diye söylenmediğine daha sonra bizzat tanık olduk. İnşaat işi birkaç günlük kar yağışı muhalefetine rağmen söylenen tarihte bitirildi. Biz de bankaya kredi borcu ile beraber kira vermekten kurtularak evimize taşındık.
Dost kazanmak için ticaret yapan bu iki işadamı kardeş, geçen hafta başında konserlerinin davetiyesini gönderdiler. Eşim drama semineri için Bolu’da olduğundan 10 Mayıs Cumartesi günü yapılan konsere yalnız gittim.
Koroda, işadamı, doktor, öğretmen, diş hekimi gibi meslek insanları yanında emekliler de bulunuyordu. Çaycuma gibi 13-14 bin nüfuslu bir ilçede on bayan, sekiz baydan oluşan böyle bir koronun 11. kez böyle bir konser düzenlemesi her türlü övgüye değer. Saz heyetinde dördü TRT’den konuk, beşi Çaycuma’dan olmak üzere dokuz saz sanatçısı vardı. Şef Mehmet Yiğit ve sunucu Beyhan Babacan ile amatör ruhla fakat profesyonelce bir konser sunuldu.
İzleyici olarak gelenler de özel bir geceye geldiklerinin farkında olarak son derece şık idiler. Giyim-kuşam, makyaj ve kuaförden çıktığı belli saçları ile belli bir kent kültürüne sahip olduklarını kanıtlıyorlardı. Konsere eşiyle birlikte katılan CHP Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’e bir merhaba demek için yanına gittiğimde ayaküstü sohbetimizden ‘Ankara’daki hava durumunu’ öğrenmiş oldum. Buralarda havalar mevsim normallerinde olsa da Ankara’da Türkiye normallerinde değil gibi…
Satılmış Gedik hem ud çaldı, hem “Gönlümün Şarkısını Gözlerinde Okurum” şarkısını solo söyledi. Yaşar Gedik ritm sazda, sazla da dostluğunu gösterdi.
Çaycuma’ya giderken yolda biraz caz biraz da klasik müzik dinlemiştim. Çaycuma’da 23 güzel eserden oluşan; korosu, soloları ve saz heyetiyle çok güzel icra edilen sanat müziği ziyafetine konuk oldum… Dönüş yolunda önce konserde yaptığım kayıttan şarkılar, sonra da Tolga Çandar’dan türküler dinledim. Tolga Çandar, sözün bittiği yer burasıdır dercesine “Sesin bir fesleğen olup kokardı / Ben bu yüzden hep türküler yakardım” diyordu bir türkünün ilk mısra’ında... Şarkılar, türküler derken ben duygu seline kapılıp gidiyorum, Zonguldak’a girerken.
Müzik sarhoşu olmuş halde gece yarısı eve vardığımda, müzik sarhoşlarına trafikte ceza yazılmadığını fark ettim. Eşim de Bolu’dan dönmüştü. Beraberce konserde çektiğim fotoğraf ve videolara baktık. Bu kayıtları Çaycuma Musiki Derneği arşivinde bulunması için bir DVDye kaydedip vereceğim. Ben de dostluğumu bir şekilde göstermeliyim… Belki gelecek konsere ‘özel fotoğrafçı’ olarak davet edilirim. Yine bir keresinde Yaşar beyin söylediği “Düşünüyorum da, müzikle uğraşmasaymışım, ne yavan hayatım olurmuş. O zaman kendimi bu hayatı boşa yaşamış gibi hissederdim…“ cümlesi aklıma geliyor ve düşünüyorum: Ben de yazmadan, fotoğraf çekmeden, her gün yeni bir şeyler öğrenmeden nasıl yaşardım bilmiyorum. Hastalık bizimkisi… Dost kazanma hastalığı... Kimimiz ticaret yaparak, kimimiz öğretmenlik yaparak, kimimiz hasta bakarak, kimimiz üniversitede ve kimimiz evinde torun bakarak… Hayat işte böyle geçip gidiyor…
7 Mayıs 2008 Çarşamba
AKP’yi Tebrik Ediyorum…
Örneğin bazı markalar da simge olmuştur. Bir ülkeye Coca Cola girdiyse orası iflah olmaz diyenler vardır. Coca Cola’nın kendisi önemli değildir. Önemli olan simgenin taşıdığı anlamdır; “Simgelerin Gücü Adına!”. Kolalı içecekler bir anlamda paranın ve ABD’in simgesi olmuştur .
Paranın simgesi var da emeğin, alın terinin simgesi yok mu? O da var: Orak-çekiç. Biri fabrika işçisini, öteki tarım emekçisini temsil eder.
Tarih bir anlamda simgelerin çatışmasından ibarettir. Buna emek-sermaye çelişkisi (çatışması) diyenler de vardır. Yöneten-yönetilen, işçi-patron hep birbiriyle çelişki (çatışma) içindedir. Bunu illa kavga-gürültü anlamında düşünmeyin. Örneğin işçi zam ister, patron vermek istemez. Çelişki ya da çatışmadan anlaşılması gereken budur. Yani çıkarların çatışması… Toplu sözleşme ve pazarlık sistemi öyle ortaya çıkmıştır. İki taraf uygun bir noktada yani ortak çıkarlarda anlaşırlar ve fiziki çatışma önlenmiş olur.
Ölenin mezarını ziyaret etmek bir simgedir. Neyin simgesi? Onu hala andığımızın, hala sevip saydığımızın simgesidir. Ölenin bundan haberi olmasa da sırf mezar ziyareti için yüzlerce kilometre yol gitmez mi vatandaşlarımız... Örneğin Zonguldak’tan kalkıp Trabzon’a cenazeye, bayramda mezarını ziyarete gitmez mi? Gider. Oradaki mezarda yatanı burada ansa olmaz mı? O da olur. Ancak yerinde anmak daha anlamlı kabul edilir.
1 Mayıs 1977’de Taksim’de 37 işçi ölmüştü. Hayır. Ölmemiş, öldürülmüştü. Kim öldürdü? Bulunamadı!
Alın teriyle geçinen insanların, o güne kadar en geniş katılımla, 500 binden fazla kişiyle yaptığı emekçi bayramıydı 1 Mayıs 1977. Emeğiyle geçinen insanların sistemi değiştirme gücüne sahip olduğunu hissettikleri bir dönüm noktasıydı… Dolayısıyla yerli ve yabancı patronlar için kesinlikle kırılması gereken bir bilinç düzeyi vardı. O, “birlikten kuvvet doğar” bilinci, “patrona karşı ancak birlikte olunursa insanca yaşam için yeterli ücret alınabileceği” bilinci zorla yok edildi. Araç olarak arkeri darbe ve dindarlaştırma dahil her şey kullanıldı.
O günden beri işçiler, bayramlarını kutlamak ve orada öldürülen arkadaşlarını anmak için Taksim’e çıkmak istediklerinde, sermayenin bekçileri karşılarına dikiliyor ve “Çıkamazsınız” diyor. Aynı bilincin ortaya çıkmasından ürkülüyor.
Her yılbaşı gecesinde, bazı maçların sonunda mahşer yerine dönüşen Taksim alanı, sıra işçilere gelince kapalı. Niçin? Çünkü Taksim bir simgedir. İşçi sınıfının gücünün simgesi... Bu simgeyi görmek bazılarının uykusunu kaçırıyor olmalı ki, meydanı savaş alanına çevirme pahasına da olsa izin vermiyorlar. Türkiye’de bugün işçi sınıfının bazı lider (bozuntuları) için dahi bu durum anlaşılmış değildir. Belki anlaşılmıştır da işçi sınıfı adına pazarlık etmek yerine, kendileri için pazarlıkta istediklerini almışlardır.
1 Mayıs’ta Taksim Alanında olmak bir simgedir. Yapılabilseydi emekçiler kazanmış olacaktı.
Yaptırılmazsa sermaye sınıfı kazanmış olurdu. Şimdi kim kazandı? Bu sorunun cevabını önce, eski GİMA’da (şimdi bilmem ne-sa’da), günde 10 saat, ayda 26 gün ve toplam 250 YTL ücretle çalışanlar, çalıştıranlar ve çalıştırmaya göz yumanlar versinler.
Fakir-fukara, garip-guraba edebiyatıyla iktidar olup, yerli ve yabancı sermayenin tüm isteklerini yerine getiren AKP, işçileri Taksim’e çıkarmayarak bugün için sermayenin egemenliğini ispat etmiştir. “AKP’yi tebrik ediyorum…” diyemem. Çünkü ben de ücretli bir emekçiyim. Ancak sahipleri onların başını okşayacaktır.
6 Mayıs 2008'de, Zonguldak'ta çıkan "Halkın Sesi" Gazetesinde yayınlanmıştır.